Tuesday, August 26, 2008

Nar kalpler

Aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir...

* Gözün başkalarını DA görüyorsa sevdiğini sevmiyor musundur artık?Birini sevmek topyekûn kapattırır mı "dükkânı"? Kepenklerin inmeli midir, elenmiş un varsa elek asılmalı mıdır duvara? İnsan güzel adamları ve güzel kadınları "görüyorsa" hâlâ, hâlâ "bakıyorsa", aklından "Acaba?" diye geçiyorsa, aslında o kadar da dolu değil midir içi? Bir boşluk mu vardır aslında? Ondan mı yani mesela?

Liseli bir meram gibi görünen bu bahis, derdi ömürlüktür esasında. Eğer bir tür "kalbî lobotomi" olabilseydi, birini sevince artık ömrünün sonuna kadar kafan karışmasaydı hiç, başka bir şeyi, başka kimseyi düşünemez hale getirilebilseydik kendimizi bir ameliyatla... Oh! Ne şahane olurdu. Konu kapanır, işimize bakabilirdik.

Ne ki hayat bölünüyor ortasından bazen. Nar gibi çatlıyor kalp yumuşak karnından. Dağılıyoruz kırmızı kırmızı, toparlayamıyoruz tanelerimizi.

Ama işte kalbimiz çırpıştı diye hata DA yapmak istemiyoruz; hayatlarımız çok fena kıymetli. Tanıdığımız, sevdiğimiz, güvendiğimiz, alıştığımız hayatı bırakmak, bir güzele feda etmek elimizdekini de vicdani bir mesele. Bir vicdan ve korku terazisi çalışıyor hep içimizde. Ne kadar korkuyoruz kaybettiğimizin yerini dolduramamaktan?

Kalbimiz buruşacak mı kapılmasak hiç o yeni rüzgâra? İhtiyarlamış gibi mi hissedeceğiz?

Başlangıcın heyecanı mı daha büyük yoksa kaybetmenin korkusu mu?

Bir yeni ile karşılaştığımızda içimizin karmaşık hesap makineleri başlıyor tam yol çalışmaya.

Günahın lezzetiYanımızdaki, hayatımızdaki meşru olandır hep.

Kabul edilmiş olan, arkadaşlarımıza tanıştırılmış olan, bizimle birlikte hatırlanan, birlikte hatırlandığımız kişi.

Birini bırakmıyorsun ki bıraktığında, kendinin onunla tanımlanmış halini de bırakıyorsun aslında. Kendinin o kabuğunu bırakmak kolay mı?

Diğer yandan günah, her zaman daha lezzetlidir sevaptan.

Ah günah! Bir nar gibi çatlar ve çatlatır insanı ortasından. Ne çok kırmızıymış için, görür ve hayret edersin kendine.

Neler neler yapabilirmişsin meğerse! Yeni insan hayretleriyle gelince meclise, minderler kaldırılır, döşekler havalanır.

Ah! O tatlı günaha yer mi bulunmaz!

Ama ya eğer hayat güvenmek demekse?

Ama ya hayat aslında bir hayretten uzun sürerse?

Mesele budur ve hiç hakiki anlamda hesaplanamaz.

Ama bilirsiniz siz de, nar bir kere çatlarsa kimse taneleri toparlayamaz. Çatlatmayayım desen nar kıpırdar kıpırdar, duramaz.

Ve kimse böyle büyük kararları verecek gücü kendinde bulamaz. Kimse doğrunun NE olduğunu, benim diyen kimse, bilemez.

İşaret ver hayat!

Kimse sevilmemeyi göze alamaz.

O yüzden kimse kimseyi terk etmek istemez, karşıdaki anlasın da gitsin isteriz hepimiz.

Ya gitmezse?

O zaman bu büyük ve tehlikeli ve günahlı kararlar bize kalmasın isteriz.

Bir işaret versin hayat. Biz istemeden olsun, kalbimize hesap verirsen

"Başka NE yapabilirdim ki?" demeyi dileriz.

Öyle bir şey olsun ki kaçınılmaz olsun günah.

Öyle bir şey olsun ki sen sorumluluğunu alma olanların.

Öyle bir şey olsun ki, tufan gibi alsın götürsün seni.

Sen seçmemiş ol başına geleni.

Bedeli ödenmesin yani.

Nar kendi kendine çatlasın.

Sen dur öylece

Ellerin iki yana açık. "Ne yapabilirdim ki? Olacağı varmış" de.

Çatlasın nar, saçılsın hayatın yerlere...


*(Birhan Keskin, Y'ol, Metis Yayınları)

* Ece Temelkuran – Milliyet / 03.05.2006

NIETZSCHE AĞLADIĞINDA / KÖPRÜ

NİETZSCHE AĞLADIĞINDA

KÖPRÜ...

Cumartesi akşamı, kitabı kaldığım yerden okumaya devam ettim.Köprü, beni yıllar öncesine götürdü .1999 mayıs ayında,Los Angeles da Nietzshce nin ŞEN BİLGİ sini okurken çok etkilenmiştim hikayeden ve bir mail göndermiştim tüm sevdiklerime ... O bölümden alıntıyı tekrar okuduğumda -Nietzsche Ağladığında /IRWIN D.YALOM un kitabında okuduğumda -bu kez bambaşka yorumladım.Ama derinliği ve kalbime dokunuşu aynı etkiliyicilikteydi.

O gün köprüyü benim için geçenleri , aynı köprüden geri dönenleri,köprüden suya düşen dostları,sevgilileri veya benim yıktığım köprüleri düşündüm.Farkına vardım ki şimdiye dek kimseye BU KÖPRÜYÜ GEÇİP BANA GELİR MİSİN? dememişim.İsterlerse kendileri Geçmişler köprüden, dürüst olmak gerekirse geçmeleri için tüm şartları hazırlamışım bilerek ya da bilmeden AMA sormamışım... Güçler terazisinde baştan onlara isteyerek ellerimle yaşamın dengesini teslim etmişim .Bilinç altında aslında gücü karşı tarafa Verdiğimde neticesinde böyle yaparak bu Savaşı kazanacağımı , sonuç zafer çığlıklarının benim olacağını bilmişim.

Çünkü bir kişi köprüyü Geçmek üzere - yani öteki kişiyle yakınlaşıyor- o anda karşıdaki kişi,o kişinin zaten yapmayı düşündüğü eylemi yapmaya davet Ediyor o zaman karşı taraf adım atamıyor; artık yapacağı iş diğerine boyun eğmek gibi geliyor.Belli ki bu adımı engeleyen şey güç...

BİR GÜN,
BEN VE SENİNLE OLAN DOSTLUĞUMUZ BİR KÖPRÜDE KARŞILAŞSA
HANGİMİZ
GEÇER KÖPRÜYÜ , HANGİMİZ SUYA DÜŞER?

didem



'' Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu yada kardeşliğimizi hiç bir şey engellemiyormuş gibi görünür;

bizi ayıran küçücük bir köprü vardır o kadar. Ama tam sen o köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam : Bu köprüyü geçip bana gelirmisin?

İşte o andan itibaren artık bunu istemiyiverirsin.

Sorumu tekrarlarsam susukun kalırsın.

O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer;bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve biraraya gelmek istesek de artık yapamayız.''

NİETZSCHE

Friday, July 13, 2007

AŞK İBADETİNİ BİLMEYENE BAYRAM BAĞIŞLAMAZ......

Aşkın ibadetini bilmeyene ayram bağışlanmaz


Saat 14.30 telefonum çalıyor.

Arayan tüm zamanlarda tanıdığım en aşık , en derinden ,en sabırlı kara sevdanın dehlizlerine düşmüş tek erkek.Aslında beni en etkileyen yanı daha doğrusu derinden sarsan desem ...



Bu zamanda, zamane çoçuğunun eski masum ve derin aşkları yaşaması , o aşk da tutuklu kalması tüm o olanaklarına ve alternetiflerine rağmen sadık kalması bu sevdaya...Tabii bir kadına aşık bir adamın , bir kadın gibi sevmesi inanılmazdı benim Için...Onun aşk acısı çekmesi , karşılık bulamaması ,reddilmesi ama pes etmemesi acıları , gizlediği gözyaşları aslında her kadının biraz Içinde kendisini bulacağı bir şeydi bence bulurduda biraz onun Içine bakabilseydi..

Telefonda gene nerde benim yazım diyen sesi...aslında tabiiki bunları bu şekilde söylmeyen doğal komik arkadaşım aylardır bir yazı bekliyor benden .Geçen sene onunla ilgili bir yazı yazmaya başlamıştım.Yarım kaldı sonra tamamlayacağım diye söz verdim olmadı..

Onunla ilgili başka bir yazı yazdım ,onu anlatan ; ne kadar yakışıklı, kadınların beğeneceği ağzı laf yapan korkunç espirili salon erkeği kıvamında elinde purosu,konyağı kulağında jazz melodileri tres tres janti şık giyimiyle eriyeceğiniz KÜÇÜK PRENSİMİZi anlatan ama ondan önce bence onla ilgili bir değil hatta bir kaç sevda yazısı yazılmalı bence.Bu tarafını daha ilham verici ve dokunaklı aslında aşık olunabilir buluyorum ablası olarak ve nasıl olurda bir kadın böylesine bir Adam tarafından böylesine bir sevigiye aşık olmaz kayıtsız olabilir diye düşünüyorum?

Sana bir şarkı söylemek isterdim, "şekeri seviyorum" yazılı bir tişört giyip...



Oysa bu sabah bir sevdalıya ihtiyacım var. Göğsümün ortasına kanlı bir döğme yaptım; "acıyı seviyorum" yazıyor... Dün gece ve bu sabah yürekleri hafiflesin diye insanların, gidiyorum sevdiğim KADININ yüreğinden. Dizlerim titriyordu uzun zamandır. Kırdım ayak bileklerimi... Tanrı başka ERKEKLERE ortalama sevdalar hediye etti. Bize bu ortalama sevdaların mutsuz KADINLARINI sevmek düştü.



Kara, mutsuz bir ağaç ne bilsin bahar olmayı, çaputlarla bezenmeyi...



O ağacı sökmesinler diye kökünden, bulut olmaya karar verdim. Üstünde ağlayıp, yeşil dallar açtıracağım sandım. Oysa gücü yok sevdiğimin, çok korkuyor. Elleri terliyor...



Kıyamadım SANA miniğim...Bu sabah seni düşünerek uyandım, bu sabah sen benim geçtiğim sokaktan yıllar sonra yürürken benim yaşadıklarımı yaşama, olur mu?



Koca gözlerim ağlıyor.



Cemal Süreya'nın yürüdüğü bir Moda sokağında bir küçük prens ağıtlar yakıyor yani kendi dilinde... Ben acıyı sevmem biliyor musun? Mutlu olmayı çok isterdim... "Bırak kanatların olayım" demiştim, yüksekten korkuyormuş, ne bileyim... Ben anladım ki gerçekten sevmişsin küçük prens . Ama şimdi gitme vakti...



Annenin tahtı kızının bahtı olurmuş... Ben yine gidebilme ihtimali olan bir kadını sevdim...



"Kelebek oldum ben" demiştim. Bu sabah öldü kelebekler... Kurutup papatyalarla beraber, kirpiklerimin ucuna astım kelebeklerimi...



Bir kızım olursa adı belli artık...Kanatları olan, özgür bir çocuk olacak. Güzel resimler bekliyor bizi, güzel hikâyeler...



Canı sağolsun herkesin...



Bir türkü diyor ki:



"Her akşam aynı hüzün/ yol gözler iki gözüm/dış kapıda beklerim/ avcum içinde yüzüm... Sen gelmezsin bir türlü/nice dertleri çektim/ bu başka türlü...Yar sevmedim üstüne/bilmedim bana kastın ne/bu hayat senin diye/ beni üzdün niye/ unutamam seni yar Bu günün yarını var/beraber mutlu geçen günlerimiz var..."



Türküler söylendikçe, bir ana kızına sarıldıkça, yağmur yağdıkça mecnun olmaya gönüllüyüm. Bana bıraktığı kalbi avuç içlerimde. Allah'a avuç içimde bir kalp ile dua ediyorum artık... Bil ki bu küçük prens yürek yarası ile çok güzel yollara yürüyecek ve sen yanımda olacaksın hep...



Günaydın bu sabahımın küçük prensii...




Bir yıl önce olsaydı; beş, hatta on yıl önce bambaşka şeyler düşündürürdü arkadaşımın iç kanaması bana...



"Bırak gitsin, sevmek tek kişilik" derdim. "Aşk zaten hastalıklı bir hal" derdim. "Sen sevdikçe büyürsün, kadınlar hep daha cesur" derdim.



"Kimi sevdiğin önemli değil, önemli olan sevme becerin" derdim. Ama artık biliyorum ki, artık öğrendim ki "kimi sevdiğin" önemliymiş.



Uzun yolu göze alamayana kelebek olunmazmış küçüğüm. Nefesi yetmeyenle dipte hazine aranmazmış. Aşkın ibadetini bilmeyene bayram bağışlanmazmış... Sen de "bağışlama" artık, ne olur.Güzel midir bilmiyorum ama şu anda çekmekten mutlu olduğun o aşk acısı geçecek biliyorsun.



Ve bir yaz biz seninle Boğaz'dan geçen gemilere bakarken "gidenleri" sayacağız birer birer...



Ama gör şunu Allah aşkına; sen de sevilmek için geldin dünyaya, sevme hakkın buraya kadar, artık yeter!

Saturday, March 3, 2007

AVUTMUYOR

Avutmuyor
Ruhlara tad versede
Yeni şarkı, yeni şarap, yeni dost
Hatırlatır nice geçmiş baharı
Eski şarkı, eski şarap, eski dost
Teker teker...
Gerçi hepsi bir değer
Mühim olan
Uzuyorken gölgeler
Saadetir
Bulunursa beraber
Eski şarkı, eski şarap, eski dost
1957 Bahadır GÖDEK

BİR GENÇLİK İSTİYORUM

Bir gençlik istiyorum
Garp medeniyetini pipoların dumanında
Müspet ilmi Hollywood dilberlerinin
Hayatlarını tekkikte zannetmesin

Bir gençlik istiyorum
Yunusu bilmeden,Mevlanayı tanımadan
Ziya Gökalp in varlığından haberdar olmadan
Carl Max ın Kızıl Kitabını
Etüde kalkmasın

Erzurum barlarını en ince teferatuna kadar bilmeden
Ege zeybeğini çoşarak ve gözleri yaşararak oynamadan
GaziAntep dokuzlusunun yanına uğramadan
Sambanın figürleri karşısında
Baygınlık geçirmesin....

1955 Bahadır GÖDEK

3.

ÖZLEM

on beş gün oldu
tam on beşinci gün bu gün
seni göremiyorum
şu dört duvar arasında
elimde sigaram
sağımda yatağım
karşımda duvar
ortasında küçücük bir umut
ufacık bir aydınlık
el kadar bir pencere
sakın arkamı sorma
arkamdaki işte o
benim içimi karartan
özlemlerimi kabartan
sevgilerimi kamçılayan
işte o parmaklıklar ki
yüreğime kelepçe vuran
bu gün on beş gün oldu
gelmedin
geçen haftada
bu günde
dünde
ilk kez böyle istedim
gardiyanın gelişini görmeyi
ziyaretçin geldi , demesini
bilmiyorum,bilemiyorum
sen dışarıdasın
ellerin kavramıyor parmaklıları
senin gözlerin
uçan kuşlara özlemle bakmıyor eminim
sen dışarıdasın sevgilim
tek farkımız
sen içinde besledin düşüncelerini
bense tarif ettim
özledim seni, çok özledim
bilirmisin çok acı çektiren özlemi
görürmüsün hayalinde beni
seni görmek istiyor gözlerim
sarılmak istiyor kollarım
boynuna sımsıkı
ayrılmamacasına
sesini duymak istiyor kulaklarım
ne olur gel
avunmak istiyorum seninle
gel anlat bir tanem
neler oluyor
bir ben kaldım geride
ölümden bile uzak
senden bile uzak
sana ulaşmak o uzaklardan
duvarları aşmak
öyle zor, öyle zor ki
on sekiz yıl oldu buradayım
on beş gün oldu seni görmeyeli
bugün tam on beşinci gün

Zühre


2.

2.

Duvar örmeye çalışıyorum
Aramıza
Ama
Sorun
Ne duvar
Ne tuğla
Sorun harçta

Zühre